meftun.

Ahtapot Öğretmenim

Cover Image for Ahtapot Öğretmenim

Bir dostumun tavsiyesi üzerine Ahtapot Öğretmenim (My Octopus Teacher) filmini izledim.

Muhteşemdi. Çok yerde duygulandım, hem, normalde yalnızca bir sofrada meze ya da bir balık tezgahında meraklı bakışlarla hayatımıza konuk olabilecek bir canlının aslında bize öğretebilecek ne kadar çok şey olduğunu göstermesi bakımından, hem de hayat mücadelesi, zekası, insan ile kurduğu bağ ve en az bir insanınki kadar (ve belki çoğumuzdan daha fazla) anlatılmaya değer destansı yaşantısı ile beni derinden etkiledi. Bu kadar tahrip etmiş olmamıza rağmen o kadar sığ okyanustaki yaşamın çeşitliliği ve muhteşemliği de çok güzel ve umut vericiydi. Ama belgeselin insan kahramanı Craig Foster'ın insanlığı, azmi, arayışı ve ahtapot ile kurduğu bağ da ayrıca anlatılmaya değer, ki öncelikle üzerinde durmak istediğim konu da bu olacak.

Bu film bana birçoğumuz itibari ile insan olarak farkında olmadığımız sayısız güzelliklerimizin olduğunu hatırlattı yeniden. Ve bu güzellikleri ve melikeleri farkettikçe de önümüze yeni kapılar, yeni ufukların açıldığının güzel bir örneğiydi film aynı zamanda.

Bir taşa, bir çiçeğe ya da gökyüzüne, daha önce hiç farkına varmadığımız ve önemli görmediğimiz nice şeye hayretle bakmamıza, onlarla yeni bağlar kurmamıza imkan tanıyor bu güzellikler. Bu hikaye özelinde Craig, içinden geçtiği zorlu psikolojik sürecin sonunda, iç dünyasına yönelişi ve bu yoldaki müthiş azminin sonucu olarak, bir ahtapot ile de bir bağ kurabileceğini fark edebiliyor örneğin, ve bu bağ ile ahtapot aslında onun kendi içine yaptığı yolculukta aynası, yol arkadaşı haline geliyor.

Bu içe yaptığımız yolculuk, hayatımızın en önemli yolculuğu. Ve kendimiz ile ilgili farkındalığımız bu yolculuktaki yegane yol arkadaşımız aslında. Ancak bu farkındalığı arttırmak için herşey bir vesile olabilir. Her bir an, her eylem, her ilişki, her algı ve düşünce...

Belgeselin düşündürdüğü ve bana çarpıcı gelen bir başka konu daha var... Önce belgeseldeki olaydan bahsederek başlayayım. Ancak aynı zamanda belgeselin sonunu anlatmış olacağım için bundan sonrasını belgeseli izledikten sonra okumayı tercih edebilirsiniz belki. Ben yine burada olacağım.

Canlılar dünyasındaki en ibretlik ve dramatik durumlardan birisi, annenin yavrularının hayatının korumak için kendi hayatını feda ediyor olması. İlk defa bu belgeselde öğrendiğim üzere, ahtapot da bu canlılardan birisi... Belgesel boyunca ahtapot ile benim de kurduğum bağ dolayısı ile bana çok duygusal ve iç burkucu geldiği üzere, sevgili ahtapotumuz da bu inanılmaz fedakarlığı sergiliyor belgesel sonunda.

Ahtapotun bu fedakarlığı, insan olarak hepimizin kendi hakikatimize "gebe" olarak doğduğu düşüncesini getirdi, ve de aynı şekilde, bu ancak kendi benliğimizi feda ederek başarı ile tamamlayabileceğimiz bir gebelik...

Zira farkında olalım ya da olmayalım ve adına ister ego, ister nefs diyelim, hepimiz sahte bir benliğin kontrolü altında yaşıyoruz ve hayatta yaşadığımız herşeyi bu benlik tarafından perdelenmiş ve çarpık gerçeklik algısı altında, çoğunlukla korkular, kaygılar, endişeler ve arzular ekseninde algılıyor ve yorumluyoruz.

Ancak bu sahte benlikten vazgeçmek o kadar kolay değil, zira bu bir anlamda ölüm demek bizler için. İşte bu yüzden de insanlık olarak hakikate gebeliğimiz çoğumuz için "düşük" ile sonuçlanıyor. Hayatımızın sonuna kadar sahte benliğimizin pençesinden kurtulamıyor, aynı arzular, kaygılar, mücadeleler ve korkularla hayatı tüketiyoruz.

İşte bu yüzden tarih boyunca gelmiş geçmiş hemen her manevi öğretide, anlamlı bir hayat yaşamanın yegane yolu farklı şekillerde, ama aynı öz ile ifade edilmiş: "ölmeden ölmek"... Yani kendi hakikatini ve özünü bulabilmek için sahte benliğinin farkına varmak ve onu aşmak...

Ve bu her zaman mümkün. Çünkü hayatta olduğumuz, nefes aldığımız her an, tazelenmek, yeniden doğmak için yeni bir fırsat.

Hakikatimizi bulmamız dileği ile. Bize bunları düşündüren Can ahtapot ve Craig'e sevgilerle.