meftun.

Özgürleş, ya da öl

Cover Image for Özgürleş, ya da öl

"You either be free, or die trying to be safe".

Bu sözü geçenlerde The Road to Dharma isimli bir belgesel fragmanında gördüm. Hindistan'da geçen belgeselde kendini arayan insanların bir guru önderliğinde çıktıkları tehlikeli bir motosiklet yolculuğu konu ediliyor. Halen izlememiş olsam da benim de kendi yaşam deneyimlerim paralelinde çok katıldığım ana mesajı tek başına bu sözün verdiğini düşünüyorum: "ya özgürleşirsin, ya da güvende kalmaya çalışarak ölürsün".

Zira hayatta yaptığımız seçimleri derinlemesine sorgularsak altında çoğunlukla yatan hissin korku olduğunu ve güvenlik arayışının da bu korkunun makul ve mantıklı olmak kılıfına bürünmüş hali olduğunu görebiliriz.

Toplumsal olarak sizden beklenenler başta olmak üzere hayatınız boyunca yaptığınız seçimleri bir gözden geçirin, temelinde öyle ya da böyle bir korkunun yattığını teyit edebilirsiniz sanıyorum. Anne babanın, toplum tarafından saygın addedilen, öğretmen, lider, politikacı gibi diğer insanların sözünden çıkmamak, okula gitmek, eğitim almak, toplum tarafından kabullenilmek ve sevilmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, bir işte çalışmak, ev sahibi olmak gibi genellikle bu sıra ile takip ettiğimiz seçimlerin çoğunun altında bilinç seviyesinde farkında olmadığımız bir korku olduğunu söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Tabii ki bu yaptığımız her seçim için böyle olmak zorunda değil, ancak içinden geçtiğimiz koşullanma sonucunda özellikle de küçük yaşlarda içimize yerleştirilen reddedilme, sevilmeme, dışlanma, yargılanma, geride kalma, yalnızlık, farklı olma gibi çeşitli korkular nedeni ile yapıyoruz bu seçimlerin bir çoğunu.

Bu durumu, yaptığımız herhangi bir seçim hakkında kendimize şu soruyu sorarak teyit edebiliriz: hayatta hiçbir kısıt olmaksızın istediğim herhangi bir seçimi yapabiliyor olsaydım, yine bunu yapmayı mı tercih ederdim?

Bu soruya evet yanıtı verdiğiniz seçimler söz konusu olabilir, bu durumda da temelde hayat vizyonumuz ve kendimize verdiğimiz değer ile ilgili bir başka faktörü göz önüne almamız gerekiyor: bizim için nelerin mümkün olduğunu gerçekten biliyor muyuz? Bunu tam anlamı ile keşfetmeye hiç fırsatımız oldu mu hakikaten? Yani hiç bir kısıt olmasa dahi neleri yapmamızın mümkün olduğunu, neleri kendimize layık gördüğümüzü hayal dahi edebiliyor muyuz? Gerçek kısıtın dışarıda değil, tüm bu koşullanmalar sonucunda zihnimizde olduğunu fark edebiliyor muyuz?

Hayattaki güvenlik arayışımız, temelde yatan bu korkuların aslında daha "makul" ve "mantıklı" algılanan bir kılıfa bürünmüş halinden başka birşey değil. Bir şeyin "makul" ve "mantıklı" olması ise, genelde toplumun yargıları ile belirlenen bir durum. Örneğin motosiklet kullanmak "mantıklı" bir seçim değil, neden araba gibi "güvenli" bir seçim varken motosikleti tercih eder ki "mantıklı" bir insan? Mesela kendi işini kurmak "mantıklı" değil, neden büyük bir firmada kariyer yapmak ya da memur olmak varken bu yolu tercih eder insan? Mesela sanatla, müzikle uğraşmak, hele de bunları meslek edinmek "mantıklı" değil, neden doktor, mühendis, avukat, akademisyen olmak varken bunları tercih eder ki insan?

Hayatta hatırlamaya değer bulduğunuz, sonradan minnetle andığınız anılarınızı ve kararlarınız gözden geçirin, çoğunlukla altında "mantıksız", kalbinizin sesini dinlediğiniz doğaçlama seçimleriniz ve bu şekilde yaptığınız yanlışlar yatar sanıyorum, en azından benim için öyle. Örneğin hiçbir planlama olmaksızın çok az deneyimle yaptığım Londra-İstanbul arası motosiklet gezim bunların başında geliyor, karavanla ailece yaptığımız plansız benzer seyahatler, başka bir iş arayışı olmaksızın (defaatle) işimi bırakmak gibi seçimler, hiçbir derinlemesine plan olmaksızın verdiğimiz başka bir ülkede yaşama kararı da bunlar arasında. Velhasıl, her zaman mantıklı ve makul kararlar vermek belki güvenli ama hakiki mutluluktan çok uzak, zevksiz, insanın yaşamını onurlandırmayan bir hayat ile sonuçlanıyor nihai olarak. Ve insanın güvenlik arayışı da ona belli bir konfor sağlasa da uzun vadede o konfor bizi, ruhumuzu içten içe öldüren ve içinden çıkması her geçen gün daha da zorlaşan bir duruma dönüşüyor. Tıpkı su yavaş yavaş ısındığında bunu fark etmeyen ve sonunda kaynar suda can veren kurbağaların durumunda olduğu gibi.

Sonuç olarak yazının konusu olan sözde söylendiği gibi, ya korkularımızı aşıp özgürleşiriz, ya da güvenlik arayışı ile zevksiz bir hayat sürüp göçüp gideriz bu dünyadan.

Korkuları aşmak konusunda farkındalığın ilk durak olduğuna inanıyorum, hayatta değiştirmek istediğimiz hemen her konuda olduğu gibi. Her an iç durumumuzun farkındalığını, neler hissettiğimizi, neyi neden yaptığımız konusundaki bilincimizi koruyabildiğimiz ölçüde, temelinde korku olan seçimlerimizi de fark etme ve bunları değiştirme yolunda ilk adımı da atmış oluyoruz.

Korkuları aşmak konusunda, tutkulu olarak yaptığımız her ne varsa onun bize gösterdiği yolu takip etmek de fakındalığın yanında takip edilecek bir diğer yol. Örneğin bu sanat, gezi ya da yazmak gibi bir hobi olabilir, zira bir konuda ilerledikçe ister istemez konfor alanımızın dışına çıkma gereği duyuyoruz, ve bu da bize kendimizi tanıma, korkularımızı aşma imkanı veriyor. Korku ile değil, tutku ile yaptığımız şeyler bize kendi içimizde gitmemiz gereken yolu gösteren rehberler haline gelirler zamanla. Onları keşfetmekten ve dinlemekten vazgeçmeyelim.

Korkudan ve güvenlik arayışından değil, sevgiden, tutkudan, özgürlük hissiyatından beslenen bir hayat yaşayabilmemiz dileği ile. Aşk olsun...