meftun.

Kayıp Hazine

Cover Image for Kayıp Hazine

Yaşım ilerledikçe, bilgeliğin daha çok bilmekten değil, tam tersine, bizzat deneyimlemediği herşeyin doğruluğunu sorgulamaktan, koşullanmalarından, aidiyetlerinden, kimliklerinden, sahte benliklerinden soyunmaktan geçtiğine daha çok ikna oluyorum.

Hepimiz saf, tertemiz, el değmemiş ve masum birer varlık olarak geliyoruz dünyaya; doğal kaynağından gelen saf bilincin temsilcileri olarak.

Sonra o saf bilinç, kendi çözülmemiş sorunlarını çocuklarına yansıtan bir anne ve babanın ve aynı durumdaki insanlardan müteşekkil bir sosyal çevrenin içerisinde zamanla kirleniyor, grileşiyor. Bu süreçte herkes kendi doğru bildiklerini, kendi arzu ve isteklerini aşılıyor bizlere ve aslında çoğunlukla bunu kendince iyi niyetle yapıyor. Ancak nihali olarak bizler hangi çevreden gelmişsek o çevrenin bir ürünü haline dönüşüyoruz. Yetişkinliğe eriştiğimizde, bize ve en baştaki o saf bilince, o masum doğaya ait neredeyse hiçbir şey kalmıyor içimizde.

Bu, ne yazık ki hepimizin öyle ya da böyle içinden geçmek zorunda kaldığı doğal bir süreç ve de kendini bulma ve özüne dönme çabası da bundan sonra başlıyor.

Aslında bu süreç daha çok şey bilmekten ve öğrenmekten değil, doğru bildiklerimizi sorgulamaktan, davranış kalıplarımızın, kendi koşullanmışlıklarımızın, benlik duygumuzun, korumaya çalıştığımız sahte kimliklerimizin farkına varmaktan, o en baştaki saf ve masum doğayı, merakı ve güzelliği tekrar bulmaktan geçiyor.

Aslında kısacası insanın hikayesi, bir kaybettiğini bulma arayışından ibaret.

Ama acı olan şu ki çoğumuz birşeyleri kaybetmiş olduğumuzdan dahi haberdar değiliz, günlük telaşlarımızda, tutunduğumuz kimliklerde, kavgalarda, koşuşturmalarda, farklı zamanlarda, farklı insanlarla aynı davranış kalıplarını tekrarlamakta kaybolup gitmiş durumdayız.

Çoğunlukla bu alışkın olduğumuz düzenden kurtulabilmek için onu alt üst eden ani bir hastalık, bir ölüm, bir kaybediş gibi hiç beklemediğimiz ve arzu etmediğimiz bir derde ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü çoğunlukla kendimizle yüzleşme cesaretini ancak bundan başka bir seçeneğimiz kalmadığında, ya da eski yaşantımız ve seçimlerimiz bize artık katlanmak istemeyeceğimiz kadar acı verdiğinde bulabiliyoruz.

Niyazi Mısri'nin, "derman arardım derdime, derdim bana derman imiş" mısraları ile anlatmaya çalıştığı da bu olsa gerek.

Güzel olan şu ki, değişmek her zaman mümkün, yeter ki buna ihtiyacımız olduğunu fark edebilelim. Zira hiçbirimiz bir yıl, bir gün hatta bir dakika dahi önceki ile aynı insan olmak gibi bir zorunluluk içerisinde değiliz. Değişebilir ve kaybettiğimiz hazineyi yeniden bulabiliriz.

Varlık amacımız ve gerçek anlamda mutlu olmanın tek yolu da bu. Yani daha fazlasına sahip olmak değil, zaten sahip olduğumuz, ama kaybettiğimizi tekrar bulmakta...