meftun.

Neden ?

Cover Image for Neden ?

"Neden ?"

"Peki neden ?"

Yanıtlarından çok soruları olan insanları severim ben. Herkesin her konuda “fikir” sahibi olduğu, her soruya verilecek yanıtının bulunduğu güzide ülkemizde bulması zor olan türden insanları. Hayatı sorgulamanın hiç bir şartta vazgeçilmemesi gereken temel bir yeti olduğunu bilen insanları.

Çocukların yaptığı gibi, "büyüklerin" hemen her açıklaması sonrasına tekrar ve tekrar sorulabilecek, güzel bir soru; “neden?". Ve belki de çocuklara bunu tekrar tekrar yaptıklarında o kadar da tepki göstermememiz gerekiyor. Çünkü yaşlarını alıp “büyük” adamlar olduklarında, gerekli olduğunda dahi kendilerine ve muhataplarına bu soruyu sorma cesaretini gösterememeleri çok daha büyük sorunlara yol açıyor şu güzel dünyamızda.

Zira, sorgulamanın bittiği yerde yozlaşma başlar. Ve “neden” sorusu sorgulamanın en temel sorularından birisidir.

Sorgulamak genellikle olumsuz anlamlar çağrıştırır zihnimizde. Özellikle ülkemiz gibi muhafazakar, kapalı toplumlarda sorgulamak fiili çoğunlukla itaatkarsızlık, başkaldırı, inançsızlık gibi sıfatlarla ilişkilendirilir. Gerçi ülkemizde herhangi bir olgunun bir etiket ile ilişkilendirilmediği bir örnek göstermek de zor ama bu belki sonra değinebileceğimiz başka bir konu. Ancak sorgulamak esasında insanı insan yapan özelliklerin başında geliyor. Bizim bu özelliklerden çoğu gibi sorgulamaya da ket vuruyor olmamız ise bu gerçeği değiştirmiyor.

Ülkemiz soru sorma cesaretini bulmak kadar doğru yanıtlarını almanın da zor olduğu bir yer. Soru sormamanız için herşeyin yapıldığı, soru soranların çeşitli sıfatlarla aşağılandığı, tecrit edildiği bir ortamda hayatı sorgulayarak, yozlaşmadan, doğrunun arayışı içerisinde yaşayabilmek zor.

Sorgulamanın bittiği yerde insanlar bireyler olmaktan çıkıp sürüler oluşturmaya başlarlar.

Zira sorgulamak insanın bir birey olarak, kendi aklının sınırları dahilinde hayatı anlamaya, yorumlamaya ve yaşamaya yönelten temel etkenlerin başında gelir. Sorgulamanın bittiği yerde insanlara onların kendilerini değerli hissetmelerini sağlayacak kimlikler, aidiyetler ve “kutsal” görevler veren, onları belli düşünce kalıplarına, belli etiketlere, kimliklere, fırkalara ayıran, ayrılıkla, kabullenmişlik ile beslenen güç odakları baş göstermeye başlar. Bu yapılar kimi zaman bir dini temel alırlar, kimi zaman siyasi bir görüşü, bir etnik kimliği, bir yaşam tarzını, hatta ve hatta bir spor klubü gibi tamamen anlamsız bir yapıyı. Sömürünün böyle bir çok farklı şekilde ortaya çıkmasını sağlayan şey ise insanların kendileri ile yüzleşme korkusu ve bitmek bilmez kimlik, aidiyet ve değer arayışıdır.

Neden peki ?

Neden kim olduğumuz sorusuna kendi başımıza yanıt veremiyoruz ? Neden kimliğimizi aidiyetlerle ifade etmeyi tercih ediyoruz ? Neden örneğin, yüzlerce, binlerce yıl önce yaşamış, bizimle en ufak ilgisi olmayan insanların seçimlerini kendi seçimlerimizmiş gibi savunuyoruz ? Neden bir padişahı, bir halifeyi, bir yöneticiyi; kendisini bizim sahip olduğumuzu sandığımız bir etiketle ilişkilendirdiğimiz herkesi savunma ihtiyacı duyuyoruz ? Neden Atatürk’ün herhangi bir şekilde hata yapmış olabileceğine ihtimal veremiyoruz örneğin ? Neden kendisini hoca, alim, evliya olarak adlandırdığımız insanları günah işlemekten, hata yapmaktan, yanlışa düşmekten münezzeh kişiler gibi değerlendiriyoruz, nasıl oluyor da başka insanların iradesinini ve seçimlerini kendi irademizin dahi üstünde görebiliyoruz?

Çünkü hayatımız boyunca üzerimize bir şekilde yapışmış kimliklerimizden sıyrılıp gerçekten kim olduğumuz sorusunu hiç bir zaman soramıyoruz kendimize, zaten bunu yapmak da istemiyoruz. Üstümüzden dinin, ırkın, siyasi görüşümüzün, hatta doğduğumuz yerin, tuttuğumuz takımın bize sunduğu kimliği soyup attığımızda geriye hiçbir şey kalmayacağından korkuyoruz çünkü. Biz onlarla “biz” hissediyoruz kendimizi, miras aldığımız kimlikleri sorgulama cesaretini hiçbir zaman bulamıyoruz bu yüzden. Hiç bir zaman kendimiz ile yüzleşme cesaretini gösteremiyoruz, bu kimliklerin bize, hayata bakışımızda, insanlarla iletişimimizde kaybettirdiklerini göremiyoruz, insanları önyargısız olarak, oldukları gibi kabullenmeyi öğrenemiyoruz, herkesi etiketleri, bizim gibi sahip oldukları kimlikleri ile değerlendirmek istiyoruz ve insanca yaşamaktan her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz.

Hayatı kendimiz ve diğer insanlar için zorlaştırıyoruz, ve bunu yaparken de sömürülüyor, dünyanın daha da çekilmez bir yer olmasına doğrudan ya da dolaylı olarak hizmet ediyoruz.

Neden peki ?

Neden ?

Bu soruyu kendimize daha çok sormalıyız.

Soruları yanıtlarından çok olan güzel insanlara sevgilerle..