meftun.

Otoban yolcuları

Cover Image for Otoban yolcuları

Motosiklet kullananlar bilirler, bir motosiklet gezisi için seçilebilecek en kötü yollar otobanlardır. Zaten genellikle otobanlarda çok motosikletli görmezsiniz, gördükleriniz de muhtemelen bir sebepten mecbur oldukları için oradalardır. Aynı şekilde eğer çok fazla motosikletlinin bulunduğu bir yolda gidiyorsanız tali, virajlı ve güzel bir yolda olduğunuzdan emin olabilirsiniz. Zira motosiklet kullananlar doğa ile iç içe ve aynı zamanda virajlı yolları tercih ederler.

Araç kullananlar bunu çok farketmezler, ancak motosiklet kullanırken olduğu gibi, kendinizi içine hapsettiğiniz ve size çok da gerçekliği olmayan bir güvenlik ve konfor hissi veren, ama sizi doğadan ve onun güzelliklerinden soyutlayan aracın o küçük fanus ortamı olmadığında aslında ne kadar sıkıcı, tekdüze ve anlamsız bir yolda gitmekte olduğunuz gerçeği ile yüzleşirsiniz.

Otobanlar sıkıcı, kalabalık, kirli, gürültülü, doğadan uzak ve aynı zamanda kurallarla doludur. Tüm bunların üstüne o yolda gidebilmek için genellikle ek bir ücret de ödersiniz. Buna karşılık gitmek istediğiniz yere daha hızlı ulaşabilirsiniz, kendinizi birlikte aynı yolda gitmekte olduğunuz ancak esasında hiçbir gerçek bağlantınız olmayan güruhtan dolayı nispeten daha güvende hissedersiniz, yolda kalsanız birilerinin size yardım edebileceğine dair bir güven hissiniz vardır, çok sıkılıp yorulduğunuzda hemen hepsi de birbirinin aynısı olan bir dinlenme tesisinde fast-food yiyebilir ve bu tekdüzeliğe dayanabilmek ve uyanık kalmak için üstüne bir de kahve içebilirsiniz.

Buna karşın virajlı ve tali yolları tercih ettiğinizde, hele de motosiklet kullanıyorsanız, tekdüzelik kesinlikle sizin için bir sorun olmaz, zira motosiklet kullanmak daha tehlikelidir ve bu da ciddi bir farkındalık ve bilinç gerektirir, her an uyanık kalmak zorundasınızdır, ama bu zamanla size keskin bir farkındalık ve keyif veren, hayatta ve canlı olduğunuzu hissettiren ve içinizde minnet duygusu uyandıran bir deneyime dönüşür. Ayrıca çoğunlukla doğanın içindesinizdir, ya da en azından geçmekte olduğunuz bölgedeki gerçek yaşam ile iç içe olursunuz, yerel insanları görür, küçük kasabalardan, köylerden, vadilerden, ormanlardan, köprülerden geçersiniz.

Motosiklet kullanırken yağmur, rüzgar ve güneşten daha fazla etkilenirsiniz ama kesinlikle buna değer, çünkü kendinizi doğanın tüm zorluklarından soyutladığınızda tüm güzelliklerinden de soyutlamış olursunuz. Zorluk olmaksızın güzellik arayışı hep başarısızlıkla sonuçlanacak bir arayıştır. Doğa ile iç içe olmak size doğanın bir parçası olduğunuzu hatırlatır, özünüze dönüş için size bir çağrıda bulunur.

Hayatta yaptığımız seçimlerin ve yaşam şeklimizin araba/motosiklet ve otoban/virajlı yol kıyaslaması ile çok örtüştüğünü düşünüyorum.

Hemen tamamen sorgulamaksızın ailemizden, sosyal çevremizden, toplumdan, dinimizden, kültürümüzden devraldığımız düşüncelerimiz, yargılarımız, aidiyetlerimiz, kimliklerimiz ve hayatta kendimize hedef olarak belirlediğimiz şeyler bir arabayı ve arabanın camlarla kaplı o küçük alanını temsil ediyor.

Bu kimlik ve yargılarımızı koruma gereksinimimiz, sürekli konfor ve güvenlik arayışımız ise bizi otobanları, yani toplumun çok büyük kısmının tercih ettiği ve en güvenli görünen, en az riskli bulduğumuz yolları seçmeye yöneltiyor ve bununla birlikte de yolu, yani hayatın kendisini bir vasıtaya indirgeyip, varmak istediğimiz yere mümkün olan en kısa yoldan ulaşmak istiyoruz.

Oysa farketmemiz gereken şu ki o aracın ve konforlu görünen alanın dışında muhteşem bir doğa var ve hayat bizi sonuca götüren bir yol değil, hayat yolun ta kendisi. Otobanlar, yani bu anlayışla tercih ettiğimiz yollar ise yolun ve yolda olmanın kendisine hiçbir kıymet vermeyip sadece sonuca ve bizi bir yere taşımaya odaklı diğer her şey gibi daha en baştan ölüler, içlerinde hayat emaresi yok. Şu anı başka bir amaca götüren bir araca indirgediğimiz her an asıl amacı ve yaşamın güzelliğini kaçırıyor, bilinçsizce yaşamaya başlıyoruz; hayatımız hep, bir sonraki hedefe ulaşmak için koşuşturup durduğumuz, hiçbir zaman anın ve o anda sahip olduklarımızın tadını çıkaramadığımız, bunlardan dolayı minnettarlık duyamadığımız anlamsız bir yarışa dönüşüyor.

Modern dünya düzeninde, anın farkındalığı olmaksızın yaşamak belki de en büyük rahatsızlığımız. Yaptığımız her şeyi aslında ondan bir sonraki şeyi düşünerek yapar hale geliyoruz. Bu durumu kendi yaşamınızda, en basit şeylerde bile deneyimleyebilirsiniz. Sabah işe giderken akşam yapacağınız şeyleri düşünüyorsunuzdur. İşinizin başına oturduğunuzda öğlen ne yemek yiyeceğinizi düşünürsünüz, yemeğe gittiğinizde aklınızda öğleden sonra yapacaklarınızı vardır ve aslında bu bir hastalıktır, hiç sonu gelmez. Bu hastalıklı düşünce halinin nadiren durduğu, alışılmadık bir şey ile karşılaştığımız, zihnimizi bir an için de olsa durduran çok küçük anlar dışında hiçbir zaman anın ve yaşamın güzelliğinin farkına varamadan yaşar ve böylece asıl noktayı, yani yaşamın amacı ve anlamını kaçırırız.

Yol, yani şu an yaşamın kendisidir. Hayatta hedefimiz her ne olursa olsun ona ancak bu ana gerekli değeri vererek ulaşabiliriz. Çünkü hayat bu an dışında hiçbir yerde değil. Ve gittiğimiz yol ne kadar uzun, virajlı ve zorlu olursa olsun onu kıymetli kılan bizim her an ne kadar farkında, bilinçli, hayat, minnet ve huzur dolu olarak kat edebiliyor olduğumuz.

Bizi gerçekten varmak istediğimiz yere ulaştıracak yolculuk içimize yaptığımız yolculuktur ve hayatımızın her anı bu yolculuğun bir parçası olabilir.

Nereye gittiğimizden bağımsız olarak, yaşamak ve yolda olmak güzel. Bu farkındalığı her an koruyabilmemiz dileği ile...